Ana içeriğe atla

Zenginliğe Giriş Dersleri 3: Birikim Yapmanın Dayanılmaz Hafifliği


 

İki hafta önce Antalya’da düzenlenen küçük çaplı bir bayi toplantısına davetliydim.  Yanılmıyorsam 6 Temmuz akşamıydı.

Çıkışta buraları iyi bilen, genç müteşebbis dostum Murat ısrar etti:
“Hocam Millilerimizin maçı kaçmaz. Mutlaka izleyelim.”
“Olur” dedim. Kırmadım. Ne yalan söyleyeyim, ben de izlemeyi çok istiyordum, ama biraz yorgundum.
Konyaaltı’nda sahil boyunca birkaç mekâna girmeyi denedik ama ne mümkün! Hınca hınç dolu her yer.
“Hocam bir de millette para yok diyorsunuz, bakın halk hep dışarıda!” diye takıldı bana Murat.
“İnşallah maç bitmeden bir yerlere otururuz” diye karşılık verdim ben de. Biraz bozuldu.
Mekanların ve AVM’deki yiyecek-içecek, giyim bölümlerinin sürekli dolu olmasının nedenlerinden biri Türkiye’deki ortalama %5’lik “kaymak tabaka”dır. 

İkincisi dışarıdan gelen gurbetçiler ve turistler, üçüncüsü de, herkese ekmek su gibi dağıtılan yüksek limitli kredi kartlarıdır.
Kredi kartı faizlerinin yükselmesiyle kartlar arasında aktar-dönder yapanların bir süre sonra kilitleneceğini ve asgarisini ödeyerek geçimini devam ettiren yüksek limitli kredi kartı sahiplerinin patlayacağını defalarca anlatmıştık.
Enflasyonu bahane eden esnafın fiyatları daha da yüksek tutmasıyla turist bir daha dönmemek üzere kaçacaktır.
Daha iyi hizmet ve kalite arayan %5’lik kaymak tabaka da Yunanistan ve İspanya gibi ülkelere gidecektir.

Akşam esintisi tatlı tatlı yanağımı okşarken neyse ki boş bir yer bulup oturduk. Maç devre arasına girmişti.
“Maç kaç kaç?” diye sordum yanımda oturan gençlere. “1-0 öndeyiz. Samet attı.”
Ortamdaki coşkunun nedeni anlaşılıyordu. Ellerindeki küçük ekrandan harıl harıl bir şeyler paylaşıyorlardı.
Çoğunun elinde pembeli mavili plastik bir alet, duman üfleyip duruyorlar. Nargile, sigara derken boğulacağım. Allah’tan açık yerdeyiz.
Anne babaları evde oturup ay sonunun derdine düşmüşken, kredi kartını kapan ergenler keyfine bakıyordu.
Murat, az sonra kafenin sahibi ve birkaç kişiyle yanıma geldi. Benimle tanışmak istemişler. Başka bir yere oturtmayı teklif ettiler, yok dedim gençlerin arasında iyiyim. Gittiler.
“Ünlü biri misiniz?” diye sordu gençlerden biri.
Murat kıkırdadı. “Hocamız ünlü bir iktisatçıdır.”
Kısa bir sürede öyle bir beyin fırtınası oldu ki, hayret ettim.

Şunu söyleyebilirim; gençlerimiz göründüğü gibi her şeye kayıtsız ve umursamaz değil. Bilakis siyaset ve ekonomi hakkında gayet donanımlı ve bilgi sahibi olduklarını gördüm.
Krizler fırsatlar doğurur ve gençlerimiz ekonomik sıkıntıları bizzat yaşayarak tecrübe ediyorlar.
“Toplum olarak beğendiğiniz ve beğenmediğiniz özelliklerimiz nelerdir?” diye sordu biri.
Kulak kabartanlar, merak edenler, dinleyenler artmıştı.
-Sevdiğim özelliğimiz dost canlısı ve sıcakkanlı olmamız. Sevmediğim özelliğimiz ise iyi başladığımız bir işi rehavete kapılarak kötü bitirmemiz.
“Dedelerimiz, babalarımız ev, yazlık, araba alabiliyordu? Ama şimdi fiyatlar öyle uçuk ki! Bizler nasıl zengin olacağız, bunlara nasıl sahip olabileceğiz?”
Gençler o kadar heyecanlıydı ki! Her şeyi mahveden huysuz ihtiyar gibi, ekranı göstererek, “Maç başladı. İsterseniz bunun cevabını maçtan sonra vereyim,” dedim.
Dinleyicilerim bir anda sandalyelerini ekrana doğru düzelttiler. Hep birlikte ikinci yarıyı izledik. Maç sona erdi. Yenildik. İyi başlamış, kötü bitirmiştik. Üzüldük.
Maçtan sonra kimsede moral kalmayınca kalkıp Murat’la otelime döndüm.

Uyumadan önce uzun uzun düşündüm:
Gençlerimiz gelecekleri için bugünden başlayarak mutlaka birikim ve yatırım yapmak zorunda.
Yoksa kötü ve yoksul bir gelecek maalesef onları beklemekte.
Eskiden orta halli bir çalışan, emekli olunca bir evi, arabası ve kendini biraz sıkmışsa bir yazlığı bile olabiliyordu.
Şimdiyse emekli olunca alacağı tazminatla arabanın bir tekeri, orta düzey bir evin odası bile gelmiyor.
Bir kahveye 200TL ödeyip, 80TL’ye aldığı sigarasını tüttürerek, günübirlik hazlar yaşayarak amacından her gün biraz daha uzaklaşır.
Yapacağı birikimin kendisine sağlayacağı mutluluk ve güven paha biçilmezdir.
Robot gibi yaşayıp sadece biriktirin demiyorum elbette. Ama şu basit sistemi hayatınızın bir parçası haline getirin:

Kazancınızı 10 eşit parçaya bölün ve her ay mutlaka en başta onda birini kenara ayırın.
Onda ikisiyle borçlarınızı ödeyin.
Kalan yedisiyle de yiyin-için, gündelik yaşamın keyfini ve hazzını çıkarın.
Birikiminizi yani gelirinizin onda birini temettü ödeyen sağlam şirketlere yatırın.
BES fonlarında değerlendirin. Ama mutlaka biriktirin.
Küçük gibi görünen rakamlar, birkaç yıl içerisinde size güven ve huzur veren rakamlara dönüşecektir. Kendinizi tüy gibi hafif hissedecek ve rahat uyuyacaksınız. 

 
Bu kez iyi başlayalım ve sonu güzel bitsin. Gençlerimiz bizim yarınlarımız ve her şeyin en güzelini hak ediyorlar.

Kucak dolusu sevgilerimle.

Deniz Hoca

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hintli Rahul'un Altın Rüyası

Bir zamanlar Varanasi şehrinin dar ve yoksul sokaklarında, Ganj Nehri’nin kıyısında yaşayan bir adam vardı. Adı Rahul’du. Rahul, eşi ve üç çocuğuyla derme çatma kerpiç bir evde yaşardı. Ailesine bakmak için her gün nehre iner ve sularını eşeleyerek altın parçacıkları arardı. Nehir, yüzyıllar boyunca zengin toprakları taşıdığı için altın da taşıyabilir, diye düşünüyordu. Bu düşüncesinde haksız da değildi. Her seferinde olmasa da, eleğin dibinde birkaç parça altın çamurun arasından ona göz kırpabiliyordu. Büyük bir sevinçle onları yıkayıp kesesine koyardı. Sonra malzemesini bir güzel yıkayıp evinin yolunu tutardı. Belli bir miktar biriktirdikten sonra onları eritip iki ayrı levha haline getirirdi. Altını eritip kalıba döküşünü karısı ve çocukları uzaktan büyük bir merakla izlerdi. Levhaları soğutunca onları parlatır ve meraklarını gidermeleri için onlara verirdi. Küçük kızı ve karısı gözleri ışıldayarak altının güzelliğine hayran hayran bakarlardı. Ne kadar da güzellerdi. Sonra Rahul alt

SÜMERLERİN EN AHLAKLI İNSANI KASAP DUMUZİ'NİN HİKAYESİ

  Sümer topraklarının bereketli şehirlerinden biri olan Lagaş'ta, Dumuzi adında genç bir kasap yaşardı. Dumuzi, kasaplık mesleğini babasından öğrenmiş, küçük yaşlardan itibaren hayvanları nasıl dikkatle seçip kestiklerini, nasıl etleri temiz bir şekilde hazırladıklarını gözlemlemişti. Babası ona hep, “Kasaplık sadece hayvan kesmek, eti kemikten ayırmak değildir. İnsanların sofralarına helal lokma koymak, onlara güven vermek ve ahlakla çalışmak demektir,” diye tembihlerde bulunurdu. Babası ölünce Dumuzi, babasının mirası olan bu dükkânı devraldı. Genç adam sadece babasının işini sürdürmekle kalmayıp, mesleğini ahlaki değerlere dayandırarak bir adım ileri taşımayı hedefledi. Dumuzi, etin tazeliğine ve kalitesine çok önem verirdi. Şehirdeki diğer kasapların çoğu, ellerinde kalan etleri uzun süre bekletir, hatta bozulmuş eti satırla çekip, çeşitli bitkilerle kokusunu bastırır, satmaya çalışırdı. Ancak Dumuzi, asla bu yolu seçmedi. “Namus ve ahlak, kazandığın altından daha değerlidir,”