Ana içeriğe atla

TARİHTEKİ İLK DUBAİ ÇİKOLATASINI YİYEN BABİL KRALİÇESİ AMYTİS'İN HİKAYESİ

 Babil’in masmavi göğü altında, Fırat Nehri’nin nazlı suları ve taş duvarlarla örülü ihtişamlı bir şehir uzanıyordu. Bu şehrin en büyük hazinesi, efsanevi Babil Asma Bahçeleri’ydi. Bu yeşil cennet, yeryüzünün ortasında göklere ulaşan bir ütopya gibiydi. Bahçelerin hikâyesi, güçlü kral Nebukadnezar ve onun derin bir aşkla bağlı olduğu Kraliçe Amytis arasında geçen büyüleyici bir aşk masalına dayanıyordu.



Kraliçe Amytis, Medlerin topraklarından Babil’e geldiğinde, içini hasret kaplamıştı. Onun doğduğu topraklar, yemyeşil dağları, serin esintileri ve türlü türlü çiçekleriyle cennetten bir köşeyi andırırdı. Oysa Babil, kavurucu çöl rüzgarlarıyla ve sarı, kuru topraklarla çevriliydi. Her ne kadar kralın sevgisi onu Babil’e bağlasa da, Amytis kalbinde hep dağlarının özlemini taşırdı.


Nebukadnezar, Amytis’in gözlerinde gördüğü o ince hüzün çizgilerini fark etmekte gecikmedi. Sevdiği kadını mutlu etmek için elinden geleni yapmaya kararlıydı. Bir plan yaptı: Kraliçe Amytis’in özlemini dindirmek ve onu doğduğu toprakların güzelliğiyle sarıp sarmalamak için, Babil’in tam kalbinde, yükselen teraslar inşa ettirecek ve bu terasları asma bahçelerle donatacaktı.


Günler, haftaları, haftalar ayları kovaladı. Babil Asma Bahçeleri, Fırat Nehri’nin suyunu akıllıca yönlendiren karmaşık sulama sistemleriyle beslenerek günden güne büyüyordu. Mühendisler, Nebukadnezar’ın hayalini gerçeğe dönüştürmek için canla başla çalıştılar. Bahçeler, yüksek duvarların üzerinde teras teras yükselirken, aralarına sarmaşıklar sarkıtıldı. 


Kral, bahçeleri güzelleştirme görevini sadık hizmetkarı Maridin'e vermişti. Maridin, gençliğinden beri doğanın gizemlerini keşfetmeye tutkun biriydi. Atalarından öğrendiği kadim bilgileri, bahçelerin büyüleyici atmosferinde sabırla uyguluyordu. Maridin, bitkilerin ruhundan ve dilinden anlayan on iki adamını dört ayrı coğrafyaya göndermiş ve buldukları fidanları, çiçekleri getirmelerini istemişti. 


Renk renk çiçekler, egzotik bitkiler ve çeşitli ağaçlar arasında fıstık ağaçları hemen göze çarpıyordu. Zümrüt yeşili yaprakları ve filizlerinde sakladıkları sırlar ve lezzetiyle insanın aklını başından alıyordu. Bahçelerdeki bu fıstık ağaçları özel bir yere sahipti. Onların fidanları, Asur’un doğusundaki kadim dağlardan getirilmişti. Maridin, bu ağaçları yetiştirmek için özel çaba sarf etti. 

Yine Amytis'in yaşadığı Med coğrafyasından getirttiği asma ağaçlarından topladığı üzümleri kaynatarak, tatlı pestiller yaptırdı. İçlerini fıstıkla doldurdu. Üzerlerini parlak altın tozuyla süslettirdi. Her şey Kraliçe Amytis'in mutluluğu içindi. 

Egzotik çiçekler açtı, palmiyeler ve servi ağaçları yapraklarını göğe doğru uzattı. Her terasta ayrı bir dünya yaratılmıştı: Göller, su yolları, yapay şelaleler ve kraliçenin doğduğu topraklardan getirilen bitkilerle dolu rengârenk bir diyar…


Sonunda, Kraliçe Amytis’i oraya getirdiler. Gözleri bağlı, kalbi çarparak, teraslarda yürüdü. Nebukadnezar, elini usulca tutup ona rehberlik etti. Amytis gözlerini açtığında, bir an için nefesi kesildi. Karşısında, yeryüzünün en görkemli mucizesi duruyordu. Bahçeler, doğduğu dağların hatırasını Babil’in ortasına taşımıştı. Serin rüzgar yaprakları hışırdatıyor, çiçekler en güzel renkleriyle göz kamaştırıyor, yapay şelalelerin ve kuşların sesi huzur verici bir melodi gibi kulaklara çalınıyordu.


Maridin, elinde bir tepsi dolusu fıstıklı pestille saygıyla yanaştı. Kral, tepsiden aldığı tatlıyı kraliçeye ikram etti. Amytis, damağında patlayan lezzetle bir an başı döner gibi oldu. Bu lezzet sadece diline değil, tüm hücrelerine işleyen bir haz sunuyordu. Hem yürüyüp hem de bu enfes tatlıdan bolca yediler.


“Sevgilim,” dedi Nebukadnezar, Amytis’in hayranlıkla dolu bakışlarını izlerken. “Bu bahçeleri senin için inşa ettim. Her bir ağaç, her bir çiçek ve hatta bu tatlı bile senin özlemini dindirmek için buraya getirildi. Babil, senin sayende böyle bir cennetle tanıştı.”


Kraliçe Amytis’in gözleri doldu. Bu bahçeler, kocaman Babil İmparatorluğu’nun gücü ve zenginliğini göstermekten çok daha fazlasını anlatıyordu. Onlar, Nebukadnezar’ın sevgisinin bir ifadesiydi. Amytis, kocasına sarıldı ve o an kalbindeki hüzün yerini büyük bir minnettarlığa bıraktı.


Aşkın gücüyle büyüyen bu bahçeler kraliçenin ilk bebeğine de şahitlik edecekti. Babil Asma Bahçeleri, sadece doğanın güzelliğini değil, en derin aşkın ve sevginin, insanı cennete taşıyacak kadar güçlü olduğunu bize anlatıyordu.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hintli Rahul'un Altın Rüyası

Bir zamanlar Varanasi şehrinin dar ve yoksul sokaklarında, Ganj Nehri’nin kıyısında yaşayan bir adam vardı. Adı Rahul’du. Rahul, eşi ve üç çocuğuyla derme çatma kerpiç bir evde yaşardı. Ailesine bakmak için her gün nehre iner ve sularını eşeleyerek altın parçacıkları arardı. Nehir, yüzyıllar boyunca zengin toprakları taşıdığı için altın da taşıyabilir, diye düşünüyordu. Bu düşüncesinde haksız da değildi. Her seferinde olmasa da, eleğin dibinde birkaç parça altın çamurun arasından ona göz kırpabiliyordu. Büyük bir sevinçle onları yıkayıp kesesine koyardı. Sonra malzemesini bir güzel yıkayıp evinin yolunu tutardı. Belli bir miktar biriktirdikten sonra onları eritip iki ayrı levha haline getirirdi. Altını eritip kalıba döküşünü karısı ve çocukları uzaktan büyük bir merakla izlerdi. Levhaları soğutunca onları parlatır ve meraklarını gidermeleri için onlara verirdi. Küçük kızı ve karısı gözleri ışıldayarak altının güzelliğine hayran hayran bakarlardı. Ne kadar da güzellerdi. Sonra Rahul alt

SÜMERLERİN EN AHLAKLI İNSANI KASAP DUMUZİ'NİN HİKAYESİ

  Sümer topraklarının bereketli şehirlerinden biri olan Lagaş'ta, Dumuzi adında genç bir kasap yaşardı. Dumuzi, kasaplık mesleğini babasından öğrenmiş, küçük yaşlardan itibaren hayvanları nasıl dikkatle seçip kestiklerini, nasıl etleri temiz bir şekilde hazırladıklarını gözlemlemişti. Babası ona hep, “Kasaplık sadece hayvan kesmek, eti kemikten ayırmak değildir. İnsanların sofralarına helal lokma koymak, onlara güven vermek ve ahlakla çalışmak demektir,” diye tembihlerde bulunurdu. Babası ölünce Dumuzi, babasının mirası olan bu dükkânı devraldı. Genç adam sadece babasının işini sürdürmekle kalmayıp, mesleğini ahlaki değerlere dayandırarak bir adım ileri taşımayı hedefledi. Dumuzi, etin tazeliğine ve kalitesine çok önem verirdi. Şehirdeki diğer kasapların çoğu, ellerinde kalan etleri uzun süre bekletir, hatta bozulmuş eti satırla çekip, çeşitli bitkilerle kokusunu bastırır, satmaya çalışırdı. Ancak Dumuzi, asla bu yolu seçmedi. “Namus ve ahlak, kazandığın altından daha değerlidir,”

Zenginliğe Giriş Dersleri 3: Birikim Yapmanın Dayanılmaz Hafifliği

  İki hafta önce Antalya’da düzenlenen küçük çaplı bir bayi toplantısına davetliydim.   Yanılmıyorsam 6 Temmuz akşamıydı. Çıkışta buraları iyi bilen, genç müteşebbis dostum Murat ısrar etti: “Hocam Millilerimizin maçı kaçmaz. Mutlaka izleyelim.” “Olur” dedim. Kırmadım. Ne yalan söyleyeyim, ben de izlemeyi çok istiyordum, ama biraz yorgundum. Konyaaltı’nda sahil boyunca birkaç mekâna girmeyi denedik ama ne mümkün! Hınca hınç dolu her yer. “Hocam bir de millette para yok diyorsunuz, bakın halk hep dışarıda!” diye takıldı bana Murat. “İnşallah maç bitmeden bir yerlere otururuz” diye karşılık verdim ben de. Biraz bozuldu. Mekanların ve AVM’deki yiyecek-içecek, giyim bölümlerinin sürekli dolu olmasının nedenlerinden biri Türkiye’deki ortalama %5’lik “kaymak tabaka”dır.   İkincisi dışarıdan gelen gurbetçiler ve turistler, üçüncüsü de, herkese ekmek su gibi dağıtılan yüksek limitli kredi kartlarıdır. Kredi kartı faizlerinin yükselmesiyle kartlar arasında aktar-dönder yapanların bir s