Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2024 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

TARİHTEKİ İLK DUBAİ ÇİKOLATASINI YİYEN BABİL KRALİÇESİ AMYTİS'İN HİKAYESİ

  Babil’in masmavi göğü altında, Fırat Nehri’nin nazlı suları ve taş duvarlarla örülü ihtişamlı bir şehir uzanıyordu. Bu şehrin en büyük hazinesi, efsanevi Babil Asma Bahçeleri’ydi. Bu yeşil cennet, yeryüzünün ortasında göklere ulaşan bir ütopya gibiydi. Bahçelerin hikâyesi, güçlü kral Nebukadnezar ve onun derin bir aşkla bağlı olduğu Kraliçe Amytis arasında geçen büyüleyici bir aşk masalına dayanıyordu. Kraliçe Amytis, Medlerin topraklarından Babil’e geldiğinde, içini hasret kaplamıştı. Onun doğduğu topraklar, yemyeşil dağları, serin esintileri ve türlü türlü çiçekleriyle cennetten bir köşeyi andırırdı. Oysa Babil, kavurucu çöl rüzgarlarıyla ve sarı, kuru topraklarla çevriliydi. Her ne kadar kralın sevgisi onu Babil’e bağlasa da, Amytis kalbinde hep dağlarının özlemini taşırdı. Nebukadnezar, Amytis’in gözlerinde gördüğü o ince hüzün çizgilerini fark etmekte gecikmedi. Sevdiği kadını mutlu etmek için elinden geleni yapmaya kararlıydı. Bir plan yaptı: Kraliçe Amytis’in özlemini dindirme

Savaşa Bir Kala

2026'da Ortadoğu'da patlayacak olan bir petrol krizi, 2035 yılına kadar uzanacak bir Dünya Savaşı'nı körüklerse ne olur? 2026 Petrol Krizi: İran ve Suudi Arabistan Arasında Patlak Veren Savaşın Yıkıcı Etkileri 2026 yılı, dünya ekonomisi için karanlık bir dönüm noktası oldu. Küresel bir petrol krizi, enerji piyasalarını sarstı ve Ortadoğu’yu savaşın eşiğine getirdi. Petrol arzındaki keskin düşüş, dünya genelinde enerji fiyatlarını yükseltirken, siyasi ve ekonomik istikrarsızlık had safhaya ulaştı. Bu kriz, İran ve Suudi Arabistan arasındaki yıllardır süregelen gerginlikleri patlama noktasına getirdi. Ortadoğu’daki bu krizin hemen ardından, Asya’nın iki büyük devi Çin ve Hindistan arasındaki gerilim yeniden alevlendi. Enerji arzında yaşanan belirsizlikler, iki ülke arasındaki tarihi ihtilafları derinleştirdi. Çin, enerji yollarını kontrol altına almak ve Hindistan’a baskı yapmak için askeri harekâta girişti. Hint Okyanusu’ndaki stratejik limanlar, ticaret rotaları ve sınır bö

EL CEZERİ’NİN HAYAL MAKİNESİ

 Son zamanlarda gençlerin gözlerinde umutsuzluk görüyorum.  Hiçbir şey başaramamanın, ya da başaramayacak olmanın verdiği bezmişlik.  Moda deyimiyle ‘tükenmişlik sendromu’.  “Sen uçak yapamazsın, tank yapamazsın, dediler, yapılmışını satalım!  Sen araba üretemezsin, en iyisi bizde! Al kullan!  Telefon üretmek senin neyine, al işte, en iyisi bizde var, kapat fabrikanı!” diye diye bizleri kendi pazarları haline getirdiler.  “Ne yaparsa, en iyisini onlar yapar!” fikrini kafamız soktular.  Artık bu düşünce yavaş yavaş değişiyor. Değişmeli! Bu topraklar ne mucitler gördü, herkes bilmeli.  Gelin, en başından anlatayım:  Bundan yıllar yıllar evvel, 12.yüzyılın sonlarında, Artuklu Beyliği'nin görkemli saraylarından birinde, dönemin en büyük mucitlerinden biri olan El Cezeri yaşıyordu. Dicle Nehrinin kıyısında küçük bir atölyesi vardı. Çocukluğundan beri mekanik ve matematiğe olan ilgisi onu kimsenin anlamadığı icatlar yapmaya yönlendirmişti.  Sibernetiğin ilk adımlarını attığı ve ilk robot

HİPOKRAT’IN YENİDOĞAN BEBEKLERİ ÖLDÜREN ŞİFACIYA VERDİĞİ DERS

    M.Ö. 400 yılında, Halikarnas'ın karşı kıyısında, Kos Adası’nın tepesine kurulmuş bir köy vardı. Çevre adalarda “mutluluk ve bereket şehri” olarak bilinen bu yer, son yıllarda tüm neşesini kaybetmişti. Tarlalarındaki ekinler kuraklıktan kavrulmuştu. Kıyılarına balıklar uğramaz olmuştu. Halk, balıkçı kasabasından ve diğer adalardan gelen yiyeceklerle zar zor geçiniyordu.    Köyü sarsan asıl tehlike kuraklık ya da açlık değildi. Köyün içinde herkesin sessizce fısıldadığı, ancak kimsenin cesaret edip adını anmadığı bir sır vardı. Son zamanlarda doğan her bebek hastalıkla boğuşuyor ve bir süre sonra yaşamını yitiriyordu.  Bu köyde yaşayan Hipokrat adında ünlü bir şifacı vardı. Onun ünü, sadece hastaları iyileştirmesiyle değil, aynı zamanda doğanın kanunlarını anlaması ve insanlara hayatın anlamını öğretmesiyle de yayılmıştı. Bir gün, yaşlı bir kadın herkesin gözlerinden kaçırdığı torunuyla birlikte gizlice Hipokrat’ın yanına geldi. Kadın, kucağındaki bebeği gösterdiğinde, Hipokrat g

SÜMERLERİN EN AHLAKLI İNSANI KASAP DUMUZİ'NİN HİKAYESİ

  Sümer topraklarının bereketli şehirlerinden biri olan Lagaş'ta, Dumuzi adında genç bir kasap yaşardı. Dumuzi, kasaplık mesleğini babasından öğrenmiş, küçük yaşlardan itibaren hayvanları nasıl dikkatle seçip kestiklerini, nasıl etleri temiz bir şekilde hazırladıklarını gözlemlemişti. Babası ona hep, “Kasaplık sadece hayvan kesmek, eti kemikten ayırmak değildir. İnsanların sofralarına helal lokma koymak, onlara güven vermek ve ahlakla çalışmak demektir,” diye tembihlerde bulunurdu. Babası ölünce Dumuzi, babasının mirası olan bu dükkânı devraldı. Genç adam sadece babasının işini sürdürmekle kalmayıp, mesleğini ahlaki değerlere dayandırarak bir adım ileri taşımayı hedefledi. Dumuzi, etin tazeliğine ve kalitesine çok önem verirdi. Şehirdeki diğer kasapların çoğu, ellerinde kalan etleri uzun süre bekletir, hatta bozulmuş eti satırla çekip, çeşitli bitkilerle kokusunu bastırır, satmaya çalışırdı. Ancak Dumuzi, asla bu yolu seçmedi. “Namus ve ahlak, kazandığın altından daha değerlidir,”

BABİLLERDEN ZENGİNLİĞİN SIRRINI ÖĞRENEN REŞ GALUTA'NIN SANDIĞI

  Uzak diyarlarda, Babil ülkesinin sıcak çöllerine bakan bir ticaret şehrinde, İshak adında genç bir tüccar yaşıyordu. Ailesi, nesiller boyu bu topraklarda ticaret yapmış, deve kervanlarıyla baharat, kumaş ve mücevher taşımıştı. Şehir, büyük ticaret yollarının kavşak noktasındaydı ve İshak’ın ailesi bu stratejik konumu başarıyla kullanmıştı. Ancak değişen zamanla birlikte ticaretin yöntemleri de değişiyordu. İshak, çölün ortasında küçük ama canlı bir Yahudi mahallesinde büyümüştü. Babası, şehrin en tanınmış tüccarlarından biriydi ve oğluna hep şunu öğütlerdi: "Bilgelik ve dürüstlük, seni çölün ortasında bile ayakta tutar. Bu sandığı görüyor musun? Bana babamdan kaldı. Benden de sana emanet kalacak ve onu canın pahasına koruyacaksın."  “O sandıkta ne var baba? Neden kilitli?”  “Sandığın içinde, Babillerden zenginliğin sırrını ve felsefesini öğrenen büyük deden Reş Galuta'nın emanetleri ve hikmetli sözleri saklı evladım. Bu sandıkta, atalarının ticaretteki tüm sırları ve bi

Indian Rahul's Golden Dream

Once upon a time, there was a man living in the narrow and impoverished streets of Varanasi, by the banks of the Ganges River. His name was Rahul. Rahul lived with his wife and three children in a shabby mud-brick house.  Every day, to provide for his family, he would go down to the river and sift through the waters, hoping to find small particles of gold. Since the river had carried rich soils for centuries, he believed it might also carry gold. And he wasn’t wrong in his thinking. Though not every time, occasionally, a few specks of gold would wink at him from the bottom of his sieve, buried in the mud.  With great joy, he would wash them and place them in his pouch. Then, after thoroughly cleaning his tools, he would head home. Once he had saved enough, he would melt the gold and turn it into two separate sheets. His wife and children would watch from afar with great curiosity as he melted the gold and poured it into the mold. After cooling the sheets, he would polish them and hand

SÜMER MEDENİYETİNE SON VEREN İLK GÖÇÜN HİKAYESİ

Sümerliler Orta Asya'dan Mezopotamya’ya göç ederek gelmiş bir kavimdi. Yerleştikleri güney Mezopotamya'da, Dicle ile Fırat'tan gelen bereketin kudretiyle üstün bir medeniyet inşa ettiler. Zenginleşen halk dünyevi zevklerden payını almak istedi. Kimi artık tarlada çalışmak istemedi. Kimi çobanlığı küçümser oldu. Bazı insanlar, çoban ve amele ihtiyacını karşılamak için, ülkenin kuzeyinden gelen Akadların Sümer topraklarına girmelerine izin verilmesinin uygun olacağını düşündü. Onlara kapılarını açıp iş verdi. Bu göçün ülkeye zarar vereceğini ileri sürenler de, bir süre sonra karın tokluğuna çalışan bu kölelerin varlığını kanıksadı. Akadlılar, kuzeyden gelen göçebe bir halktı. Yurtları kuraklıkla kavrulmuş, yıllardır süren kıtlık, halkı yaşam mücadelesine itmişti. Göç ederken Sümer’in bereketli, sapsarı ovalarına ulaşacaklarını hayal ediyorlardı. Bu toprakların zenginliği onları düşman ya da istilacı olarak değil, göçmen olarak getirmişti. Onların amacı savaş açmak değil, çalı