Ana içeriğe atla

TARİHTEKİ İLK FAİZCİ SÜMERLİ ANUKİ'NİN HİKAYESİ


Sümer Şehir Devletlerinin hüküm sürdüğü Mezopotamya’nın verimli topraklarında, Fırat nehrinin kıyısında, Anuki adında bir çiftçi yaşıyordu. Anuki, Ur şehrinin en gözde ve en bereketli tarlalarına sahipti. Her yıl tarlasında buğday ve arpa eker, güneşin kavurduğu topraklardan alın teriyle mahsul toplardı. “Bunlar hep çocuklarımın geleceği için!” diyerek, eline aldığı başakları göğe doğru kaldırır, tanrılara şükrederdi. Çalışmayı sevmeyen, tembel üç oğlu vardı. “Matematik sevmezsiniz, okulu istemezsiniz, tarlada çalışmazsınız! Ne olacak bu gençlik, ah ah!” diye diye tek başına her işe koştururdu.
 

Topraklarını ve mallarını kaybetmekten çok korkuyordu. Çünkü bu zengin topraklar, yalnızca çiftçilerin değil, eşkıyaların ve açgözlü hükümdarların da ilgisini çekiyordu. Topladığı buğdaya el konulması korkusuyla Anuki, sürekli endişe içinde yaşıyordu. Bazı geceler ambarda buğday çuvallarının arasında yatıyor, sabahlara kadar gözüne uyku girmiyordu. “Buğdayı elde etmek bir dert, onu muhafaza etmek ayrı dert” diye sayıklayarak bir sağa bir sola dönüyordu. 

Bir gün, derdini anlattığı köydeki yaşlı bilge, Anuki'ye bir çözüm önerdi. "Tapınaklar, tanrıların evi olarak kutsal sayılır," dedi bilge. "Kimse oraya zorla giremez. Eğer mahsulünü oraya emanet edersen, güvenle saklanır."


Anuki, bu öneriyi düşündü ve ertesi gün tapınağın yolunu tuttu. Başrahip bu fikri ilkin şaşkınlıkla karşılasa da, Anuki'yi kırmak istemedi. Buğday herkesin ihtiyacı olan değerli bir üründü. Ertesi gün mahsulünü çuvallara doldurup tapınağa götürdü. Tapınağın girişinde, kutsal rahipler onu karşıladı. Bu rahipler, dönemin en bilgili insanlarıydı; okuma yazma bilir, ölçü ve hesap yaparlardı. Anuki’nin getirdiği buğdayları tarttılar, ölçtüler ve her şeyi kayda geçirdiler. Anuki, mahsulünü tapınağa teslim ettiğinde artık içi rahattı; ne eşkıyalar ne de hükümdarlar bu kutsal mekâna el uzatabilirdi.

Günler geçtikçe, bu fikir diğer çiftçiler arasında da yayıldı. Tapınakta emanet edilen tahıl çuvalları birikti. Tapınaklar, hem rahiplerin hem de halkın gözünde zenginlik ve güvenin simgesi haline gelmişti. Toplumda kazanılan bu itibar rahiplerin hoşuna gitti. 


Ama gelin görün ki, bir süre sonra, rahipler depoladıkları bu fazla tahılın tapınağı doldurduğunu fark ettiler. Bu durum karşısında rahipler, bu hizmet için küçük bir bedel talep etmeye başladı. Başlangıçta, tapınağa emanet edilen buğday için alınan bedel cüzi bir miktardı, lakin zamanla bu bedel arttıkça arttı. Tapınaktan ödünç alınan tahıllar, belirli bir süre sonra geri ödendiğinde, fazladan bir miktar tahıl geri verilmesi gerekiyordu. Örneğin, 50 kg buğday ödünç alan biri, 6 ay sonra bunu 60 kg olarak geri ödemek zorundaydı. İşte bu fazladan 10 kg buğday, faizin ilk örneklerinden biri oldu. 

Halkın rahiplere ödediği bedel artmaya başlayınca, Anuki'nin aklına bir fikir geldi: Kendi toprağına dört adet devasa silo inşaa etti ve rahiplerin istediği bedelin yarısı kadar bir ücretle halktan buğday toplamaya başladı. Daha sonra, mahsul almak için daha zamanı olan ama buğdaya acil ihtiyacı olan diğer çiftçilere ödünç tahıl vermeye başladı. 

Başlangıçta çiftçilerin tapınaktan yana gönlü olsa da, zamanla Anuki'nin teklifi daha cazip gelmeye başladı. Bu kez, hasat zamanı at arabalarına tahıllar yükleniyor, Anuki'nin silolarına doğru yol alıyorlardı. Silolar doldu taştı. Yenileri inşa edildi. Anuki'nin namı Fırat ile Dicle arasında dört bir tarafa yayıldı. İşlere yetişemeyen Anuki'nin emrinde muhasebecisinden hamalına yüzden fazla insan çalışmaya başladı. 


Bu sistem uzun yıllar boyunca devam etti. Bir süre sonra tapınak rahipleri, bu işten yüksek kazanç sağlayan Anuki ile rekabet edemez hale geldi. Elde ettiği bu güç ve ihtişam, tapınağın hoşuna gitmese de, ellerinden bir şey gelmedi. Anuki'nin elde ettiği gücü gören birkaç zengin daha silolar inşaa edip, düşük bedelle tahıl toplamaya başladı. Bu kişiler, korumalı silolar inşa ederek aynı hizmeti daha düşük bir bedelle hizmete sundu. Rekabet her zaman halkın lehine işlerdi. Zamanla halk, tapınak yerine bu yeni depolama yerlerini tercih etmeye başlayınca, tapınağın depoları tam takır kuru bakır kaldı. Tapınak rahipleri, piyasa paylarını kaybetti. Başrahibin öncülüğünde toplanarak bu gidişatın nedenlerini sorguladılar. İşte o günlerden birinde, rahiplerden biri “Faiz” diye fısıldadı, “bütün bu olumsuzlukların kökeninde faiz var!” 

Fısıltıların şiddeti yükseldi. Faizin kötü olduğunu ve yasaklanması gerektiğini savunmaya başladılar. Rahipler sokaklara indi. Halk arasında bunu yaydılar. Hükümdara baskı yaparak faizi yasaklatmak istediler. Söylentiler dört bir tarafa yayıldı. Halkın yarısı faiz borcuna batmış, bir çoğu önümüzdeki yılın hasadını bile şimdiden tüketmişti. Yasaklamalar başlasa da, bu durum tefecilerin risklerini artırdığı için faiz oranlarının daha da yükselmesine neden oldu.

Kral Ur-Nammu'nun adamları olayları yakından izliyor, her şeyi olduğu gibi saraya aktarıyorlardı. Kral bu durumdan oldukça endişeliydi. Bir tarafta zenginleşen insanlar, krala karşı bir güç oluşturmaya başlamıştı. Öte tarafta, din adamları ellerindeki gücü kaybetme korkusuyla her geçen gün daha da saldırganlaşıyorlardı. Siyasi, dini ve ekonomik üç güç birbiriyle çatışır hale gelmişti. Bu sorunu kökünden halletmeliydi. Askerlerini göndererek Anuki'yi üç oğluyla saraya getirtti. Olayı duyan meraklı halk sarayın önünde bekliyordu. Rahiplerden biri halkı galeyana getirmek için Anuki ve oğullarına saldırıp tartaklamaya başladı. Kısa sürede halktan bir kaç kişi de katıldı. Ortalığı bir anda toz duman kapladı. Yerden doğrulan Anuki rahibin karnına hançerini sapladı. 

O an zaman durdu sanki. Herkes bir tarafa koşturdu. Anuki elinde kanlı bir hançerle kalakaldı. “Ne yaptım ben?” diye ağlamaya başladı. Ta ki, askerlerden biri ense köküne vurup onu bayıltana dek. Ur-Nammu'nun buyrukları kesindi. Kısa sürede yargılanıp ölüme mahkum edildi. Elleri ve ayakları sıkıca bağlanarak Fırat nehrine atıldı. Kral, bütün topraklarına ve mallarına el koydu. Ailesini beş parasız bir şekilde kuzeye sürgün etti. Kuzeydeki taşlık, bereketsiz topraklarda dilencilik ederek yaşam sürdüler.  

 Anuki’ın torunları bu yasakları ve dini öğretileri dinledikçe, faizin nasıl evrensel bir meseleye dönüştüğünü anlamaya başladılar. Tapınaklardan silolara, oradan da modern dünyaya uzanan bu yolculukta, faiz her zaman tartışmaların merkezinde yer almıştı. Ancak her şeyin başlangıcı, Anuki'nin tapınağa götürdüğü o ilk çuvalla başlamıştı.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hintli Rahul'un Altın Rüyası

Bir zamanlar Varanasi şehrinin dar ve yoksul sokaklarında, Ganj Nehri’nin kıyısında yaşayan bir adam vardı. Adı Rahul’du. Rahul, eşi ve üç çocuğuyla derme çatma kerpiç bir evde yaşardı. Ailesine bakmak için her gün nehre iner ve sularını eşeleyerek altın parçacıkları arardı. Nehir, yüzyıllar boyunca zengin toprakları taşıdığı için altın da taşıyabilir, diye düşünüyordu. Bu düşüncesinde haksız da değildi. Her seferinde olmasa da, eleğin dibinde birkaç parça altın çamurun arasından ona göz kırpabiliyordu. Büyük bir sevinçle onları yıkayıp kesesine koyardı. Sonra malzemesini bir güzel yıkayıp evinin yolunu tutardı. Belli bir miktar biriktirdikten sonra onları eritip iki ayrı levha haline getirirdi. Altını eritip kalıba döküşünü karısı ve çocukları uzaktan büyük bir merakla izlerdi. Levhaları soğutunca onları parlatır ve meraklarını gidermeleri için onlara verirdi. Küçük kızı ve karısı gözleri ışıldayarak altının güzelliğine hayran hayran bakarlardı. Ne kadar da güzellerdi. Sonra Rahul alt

SÜMERLERİN EN AHLAKLI İNSANI KASAP DUMUZİ'NİN HİKAYESİ

  Sümer topraklarının bereketli şehirlerinden biri olan Lagaş'ta, Dumuzi adında genç bir kasap yaşardı. Dumuzi, kasaplık mesleğini babasından öğrenmiş, küçük yaşlardan itibaren hayvanları nasıl dikkatle seçip kestiklerini, nasıl etleri temiz bir şekilde hazırladıklarını gözlemlemişti. Babası ona hep, “Kasaplık sadece hayvan kesmek, eti kemikten ayırmak değildir. İnsanların sofralarına helal lokma koymak, onlara güven vermek ve ahlakla çalışmak demektir,” diye tembihlerde bulunurdu. Babası ölünce Dumuzi, babasının mirası olan bu dükkânı devraldı. Genç adam sadece babasının işini sürdürmekle kalmayıp, mesleğini ahlaki değerlere dayandırarak bir adım ileri taşımayı hedefledi. Dumuzi, etin tazeliğine ve kalitesine çok önem verirdi. Şehirdeki diğer kasapların çoğu, ellerinde kalan etleri uzun süre bekletir, hatta bozulmuş eti satırla çekip, çeşitli bitkilerle kokusunu bastırır, satmaya çalışırdı. Ancak Dumuzi, asla bu yolu seçmedi. “Namus ve ahlak, kazandığın altından daha değerlidir,”

Zenginliğe Giriş Dersleri 3: Birikim Yapmanın Dayanılmaz Hafifliği

  İki hafta önce Antalya’da düzenlenen küçük çaplı bir bayi toplantısına davetliydim.   Yanılmıyorsam 6 Temmuz akşamıydı. Çıkışta buraları iyi bilen, genç müteşebbis dostum Murat ısrar etti: “Hocam Millilerimizin maçı kaçmaz. Mutlaka izleyelim.” “Olur” dedim. Kırmadım. Ne yalan söyleyeyim, ben de izlemeyi çok istiyordum, ama biraz yorgundum. Konyaaltı’nda sahil boyunca birkaç mekâna girmeyi denedik ama ne mümkün! Hınca hınç dolu her yer. “Hocam bir de millette para yok diyorsunuz, bakın halk hep dışarıda!” diye takıldı bana Murat. “İnşallah maç bitmeden bir yerlere otururuz” diye karşılık verdim ben de. Biraz bozuldu. Mekanların ve AVM’deki yiyecek-içecek, giyim bölümlerinin sürekli dolu olmasının nedenlerinden biri Türkiye’deki ortalama %5’lik “kaymak tabaka”dır.   İkincisi dışarıdan gelen gurbetçiler ve turistler, üçüncüsü de, herkese ekmek su gibi dağıtılan yüksek limitli kredi kartlarıdır. Kredi kartı faizlerinin yükselmesiyle kartlar arasında aktar-dönder yapanların bir s