Ana içeriğe atla

BABİLLERDEN ZENGİNLİĞİN SIRRINI ÖĞRENEN REŞ GALUTA'NIN SANDIĞI

 

Uzak diyarlarda, Babil ülkesinin sıcak çöllerine bakan bir ticaret şehrinde, İshak adında genç bir tüccar yaşıyordu. Ailesi, nesiller boyu bu topraklarda ticaret yapmış, deve kervanlarıyla baharat, kumaş ve mücevher taşımıştı. Şehir, büyük ticaret yollarının kavşak noktasındaydı ve İshak’ın ailesi bu stratejik konumu başarıyla kullanmıştı. Ancak değişen zamanla birlikte ticaretin yöntemleri de değişiyordu.


İshak, çölün ortasında küçük ama canlı bir Yahudi mahallesinde büyümüştü. Babası, şehrin en tanınmış tüccarlarından biriydi ve oğluna hep şunu öğütlerdi: "Bilgelik ve dürüstlük, seni çölün ortasında bile ayakta tutar. Bu sandığı görüyor musun? Bana babamdan kaldı. Benden de sana emanet kalacak ve onu canın pahasına koruyacaksın." 

“O sandıkta ne var baba? Neden kilitli?” 

“Sandığın içinde, Babillerden zenginliğin sırrını ve felsefesini öğrenen büyük deden Reş Galuta'nın emanetleri ve hikmetli sözleri saklı evladım. Bu sandıkta, atalarının ticaretteki tüm sırları ve bilgeliği var," dedi. 

Sandığa yaklaştığında, üzerinde bir sözün kazınmış olduğunu gördü. Büyük dedesi tarafından yazılmış bir nasihatti: "Çölde su bulmak nasıl önemliyse, ticarette de güven öyledir. İnsanlar sana güvenirse, en zorlu çölleri bile aşarsın.”

“Sadece bizim ailemizin değil,” dedi baba, “bütün toplumumuzun sonsuza kadar zenginlik ve refah için yaşayabilmesinin yolunu gösteren anahtar bu sandıktadır.” 

Reş Galuta, Babil sürgünü sırasında Yahudi topluluğuna liderlik eden kişiydi. Hem halkının dini kimliğini korumak, hem de yerel yöneticilerle ilişkileri sürdürmek gibi kritik bir rol üstlenmişti. Yahudi halkının, sürgünde olmalarına rağmen ticaret ve zanaatkârlık gibi alanlarda etkili olmasını sağlamış, eğitimine önem vermiş, böylece topluluğun refah seviyesini artırabilmişti. Halkını birbirine kenetlemiş, onları hem maddi hem de manevi açıdan yükseltmişti. Belki de bu lider, sadece maddi zenginlik değil, aynı zamanda bilgelik, adalet ve güçlü bir topluluk oluşturmanın sırrını bulmuştu. Babil’de varlıklarını sürdürürken Yahudi halkının başarısı, bu liderin stratejik hamleleri ve topluluğu bir arada tutma gayreti ile ilişkilendiriliyordu.


Şehirdeki Yahudiler genelde devlet işlerinden, çoğu zaman başka mesleklerden dışlanmış, ticaret ve hayvancılık gibi işlerle uğraşmak zorunda kalmışlardı. Bu durum, onlara zamanla büyük yetkinlik kazandırmıştı. İshak’ın ailesi de bu tecrübelerle doluydu. Babası, her hafta kervanları yola çıkarırken İshak’a şu nasihati verirdi: "Bu topraklar sert olabilir, insanlar kum gibi dört bir tarafa dağılabilir oğlum. Ama dürüst olursan, altınlar sana her zaman geri döner."


Bir gün, İshak babasından devraldığı dükkanda otururken, şehirdeki ticaretin gittikçe zorlaştığını fark etti. Yeni tüccarlar, büyük şehirlerden gelen mallarla rekabeti artırıyor ve yerel satıcılar sıkıntı çekiyordu. İshak, babasından öğrendikleriyle yetinmemeye, yeni yollar bulmaya karar verdi. Ticaret yollarını inceledi, büyük şehirlerde nelerin talep gördüğünü araştırdı ve kendi kervanını daha uzak diyarlara göndermeye başladı.

Dedesi ve babasının nasihati, İshak’ın aklından hiç çıkmadı. İşini büyütmek ve başarısını artırmak için en büyük sermayesinin dürüstlük ve güven olduğunu biliyordu. Yeni müşteriler kazandı, eski müşterileriyle ilişkilerini daha da güçlendirdi. Onun ticaret yaptığı dükkanda herkes kendini güvende hissederdi; çünkü İshak verdiği sözleri her zaman tutardı.

Bir süre sonra, şehrin önde gelen tüccarları İshak’ın yanına geldi. Bir tanesi ona sordu: "Senin sırrın ne, İshak? Çölün ortasında nasıl bu kadar büyüyebildin?"


İshak bir an karşı köşedeki sandığa baktı, düşündü ve gülümsedi: "Sırrım, babamdan öğrendiğim ve dedemden miras aldığım bir şey: Dürüstlük, bilgi ve çalışkanlık. İnsanlar sana güvendiği sürece, çölün ortasında bile bir vaha yaratabilirsin."


Yıllar geçtikçe İshak, sadece kendisi için değil, çevresindeki herkes için bir başarı ve umut hikayesi oldu. Genç tüccarlara ticaretin inceliklerini öğretirken, onlara en büyük dersini verirdi: "Zenginlik, altın ya da mallar değil, insanların sana duyduğu güvenle ölçülür."


Böylece İshak, Babil ülkesinin kavurucu sıcaklarında büyüyen, ama bilgi ve dürüstlükle serinleyen bir yaşamın simgesi haline geldi. Kervanları daha uzak diyarlara ulaştı, Mısır diyarında bile adı anılır oldu. İsmi çöl rüzgarlarıyla her yere yayıldı. Fakat o, hiçbir zaman babasının ve dedesinin mirasını unutmadı: Ticaretin temelinde, dürüstlük ve bilgelik vardı.



not: hikaye ve NFT resimler telif hakları yasası gereği izinsiz kullanılamaz. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hintli Rahul'un Altın Rüyası

Bir zamanlar Varanasi şehrinin dar ve yoksul sokaklarında, Ganj Nehri’nin kıyısında yaşayan bir adam vardı. Adı Rahul’du. Rahul, eşi ve üç çocuğuyla derme çatma kerpiç bir evde yaşardı. Ailesine bakmak için her gün nehre iner ve sularını eşeleyerek altın parçacıkları arardı. Nehir, yüzyıllar boyunca zengin toprakları taşıdığı için altın da taşıyabilir, diye düşünüyordu. Bu düşüncesinde haksız da değildi. Her seferinde olmasa da, eleğin dibinde birkaç parça altın çamurun arasından ona göz kırpabiliyordu. Büyük bir sevinçle onları yıkayıp kesesine koyardı. Sonra malzemesini bir güzel yıkayıp evinin yolunu tutardı. Belli bir miktar biriktirdikten sonra onları eritip iki ayrı levha haline getirirdi. Altını eritip kalıba döküşünü karısı ve çocukları uzaktan büyük bir merakla izlerdi. Levhaları soğutunca onları parlatır ve meraklarını gidermeleri için onlara verirdi. Küçük kızı ve karısı gözleri ışıldayarak altının güzelliğine hayran hayran bakarlardı. Ne kadar da güzellerdi. Sonra Rahul alt

SÜMERLERİN EN AHLAKLI İNSANI KASAP DUMUZİ'NİN HİKAYESİ

  Sümer topraklarının bereketli şehirlerinden biri olan Lagaş'ta, Dumuzi adında genç bir kasap yaşardı. Dumuzi, kasaplık mesleğini babasından öğrenmiş, küçük yaşlardan itibaren hayvanları nasıl dikkatle seçip kestiklerini, nasıl etleri temiz bir şekilde hazırladıklarını gözlemlemişti. Babası ona hep, “Kasaplık sadece hayvan kesmek, eti kemikten ayırmak değildir. İnsanların sofralarına helal lokma koymak, onlara güven vermek ve ahlakla çalışmak demektir,” diye tembihlerde bulunurdu. Babası ölünce Dumuzi, babasının mirası olan bu dükkânı devraldı. Genç adam sadece babasının işini sürdürmekle kalmayıp, mesleğini ahlaki değerlere dayandırarak bir adım ileri taşımayı hedefledi. Dumuzi, etin tazeliğine ve kalitesine çok önem verirdi. Şehirdeki diğer kasapların çoğu, ellerinde kalan etleri uzun süre bekletir, hatta bozulmuş eti satırla çekip, çeşitli bitkilerle kokusunu bastırır, satmaya çalışırdı. Ancak Dumuzi, asla bu yolu seçmedi. “Namus ve ahlak, kazandığın altından daha değerlidir,”

Zenginliğe Giriş Dersleri 3: Birikim Yapmanın Dayanılmaz Hafifliği

  İki hafta önce Antalya’da düzenlenen küçük çaplı bir bayi toplantısına davetliydim.   Yanılmıyorsam 6 Temmuz akşamıydı. Çıkışta buraları iyi bilen, genç müteşebbis dostum Murat ısrar etti: “Hocam Millilerimizin maçı kaçmaz. Mutlaka izleyelim.” “Olur” dedim. Kırmadım. Ne yalan söyleyeyim, ben de izlemeyi çok istiyordum, ama biraz yorgundum. Konyaaltı’nda sahil boyunca birkaç mekâna girmeyi denedik ama ne mümkün! Hınca hınç dolu her yer. “Hocam bir de millette para yok diyorsunuz, bakın halk hep dışarıda!” diye takıldı bana Murat. “İnşallah maç bitmeden bir yerlere otururuz” diye karşılık verdim ben de. Biraz bozuldu. Mekanların ve AVM’deki yiyecek-içecek, giyim bölümlerinin sürekli dolu olmasının nedenlerinden biri Türkiye’deki ortalama %5’lik “kaymak tabaka”dır.   İkincisi dışarıdan gelen gurbetçiler ve turistler, üçüncüsü de, herkese ekmek su gibi dağıtılan yüksek limitli kredi kartlarıdır. Kredi kartı faizlerinin yükselmesiyle kartlar arasında aktar-dönder yapanların bir s