Ana içeriğe atla

BABİL KRALI HAMMURABİ İLE ADALET ARAYAN PURAT'IN HİKAYESİ

 Babilliler, güneşin ilk ışıklarıyla birlikte uyanır, Nil'in doğusunda, Mezopotamya'daki geniş ovaya yayılan krallıklarının bereketine şükrederlerdi. Şükürlerinin sebebi, içlerindeki tüy gibi hafif olmalarını sağlayan güven ve huzurlarıydı. Güven ve huzurlarının kaynağı her bireyin müreffeh bir yaşam sürmesiydi. Refahın anahtarı yine ülkedeki adalet ve hukuk sistemiydi. Çünkü adalet her şeyin başıydı. Ülkedeki ticareti, ekonomik ve sosyal çarkı bu güç döndürüyordu. Aksi taktirde eşkıyaların kol gezdiği, hükmün olmadığı bir coğrafyada kim neden ticaret yapsındı ki? Günün birinde, küçük bir kasabada, yaşlı bir çiftçi olan Purat, başını ellerinin arasına almış, üzgün bir şekilde evinin önünde oturuyordu. Yıllardır ekip biçtiği tarlasındaki mahsul, komşusu tarafından çalınmıştı. Geçen yıl biriktirdiği tüm gümüşlerini ve altınlarını da yine aynı adam zorbalıkla ondan almıştı. Eli sopalı beş oğluyla istediği her zorbalığı komşularına yapabiliyordu. Adaletin olmadığı bu yerde, kime gideceğini bilemiyordu.



Purat, çaresizlik içinde Babil'in büyük kralı Hammurabi'nin adını anımsadı. Hammurabi, adaleti sağlamak ve halkını korumak için Tanrılardan ilham aldığı söylenen bir kraldı. Kıssasa kıssas nizamı üzerine, kanunlar halkın üzerine bir güneş gibi doğarak imparatorluğu aydınlatacaktı. Kralın şiarı buydu: Göze göz dişe diş… Çiftçi, son umudunu kralın adaletine bağlayarak, uzun bir yolculuğa çıktı. Hammurabi’nin görkemli sarayına vardığında, kralın huzuruna çıkmak için sırada bekleyenlerle dolu geniş bir avlu gördü.

Saatlerce bekledikten sonra, nihayet huzura kabul edildi. Yaptığı evin çürük duvarı yıkılınca, iki çocuğun ölümüne sebep olan inşaat ustası ölüme mahkum edilmişti, hıçkıra hıçkıra ağlayarak dışarı çıkartıldı. 

Hammurabi, tahtında oturmuş, derin ve bilge bakışlarla Purat’ı dinledi. Çiftçi, komşusunun geçen yıl tüm birikimine el koyduğunu, bu seneki mahsulünü de çaldığını ve adalet aradığını anlattı. Hammurabi dikkatle dinledikten sonra sessizce yerinden kalktı. Kral, adaletin sembolü olan büyük bir taş tabletin önüne geldi. Bu tablet, Tanrılardan aldığına inandığı adalet ilkelerini içeriyordu. Kral, derin bir nefes alarak konuşmaya başladı.


"Adalet, bir halkı ayakta tutan en önemli değerdir," dedi Hammurabi. "Halkımın huzur ve refah içinde yaşamasını istiyorum. Bu nedenle, her bireyin hakkı korunmalı, her haksızlık cezalandırılmalıdır."


Hammurabi, Purat’ın komşusunu ve zorba çocuklarını saraya getirtti. Mahsulü çalan komşu, kralın karşısında titreyerek gerçeği itiraf etti. Kral, komşuya ve oğullarına kanunların öngördüğü adil bir ceza verdi ve Purat’ın kaybettiği mahsulün iki katını geri almasını sağladı. 


Purat, kralın adaletine minnettardı. "Halkın için adaleti sağladığın sürece, Babil yükselmeye devam edecek Yüce Kralımız," dedi. Hammurabi, gülümseyerek başını salladı. "Adalet, krallığımın temelidir," dedi. "Adaletin olmadığı yerde, ne refah olur ne de barış. Bu nedenle, kanunları gözetmeli ve halkıma hizmet etmeliyim."


O günden sonra, Purat’ın hikayesi tüm Babil’de yayıldı. Her bireyin krallığına ve adalete duyduğu muhabbet arttı. Hammurabi’nin adaletine olan inanç, halkın gönlünde derin kökler saldı. Kralın adaletiyle kurulan bu güçlü temeller üzerine, Babil büyüdü ve tarih boyunca herkesin takdir ettiği bir krallık haline geldi. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hintli Rahul'un Altın Rüyası

Bir zamanlar Varanasi şehrinin dar ve yoksul sokaklarında, Ganj Nehri’nin kıyısında yaşayan bir adam vardı. Adı Rahul’du. Rahul, eşi ve üç çocuğuyla derme çatma kerpiç bir evde yaşardı. Ailesine bakmak için her gün nehre iner ve sularını eşeleyerek altın parçacıkları arardı. Nehir, yüzyıllar boyunca zengin toprakları taşıdığı için altın da taşıyabilir, diye düşünüyordu. Bu düşüncesinde haksız da değildi. Her seferinde olmasa da, eleğin dibinde birkaç parça altın çamurun arasından ona göz kırpabiliyordu. Büyük bir sevinçle onları yıkayıp kesesine koyardı. Sonra malzemesini bir güzel yıkayıp evinin yolunu tutardı. Belli bir miktar biriktirdikten sonra onları eritip iki ayrı levha haline getirirdi. Altını eritip kalıba döküşünü karısı ve çocukları uzaktan büyük bir merakla izlerdi. Levhaları soğutunca onları parlatır ve meraklarını gidermeleri için onlara verirdi. Küçük kızı ve karısı gözleri ışıldayarak altının güzelliğine hayran hayran bakarlardı. Ne kadar da güzellerdi. Sonra Rahul alt

SÜMERLERİN EN AHLAKLI İNSANI KASAP DUMUZİ'NİN HİKAYESİ

  Sümer topraklarının bereketli şehirlerinden biri olan Lagaş'ta, Dumuzi adında genç bir kasap yaşardı. Dumuzi, kasaplık mesleğini babasından öğrenmiş, küçük yaşlardan itibaren hayvanları nasıl dikkatle seçip kestiklerini, nasıl etleri temiz bir şekilde hazırladıklarını gözlemlemişti. Babası ona hep, “Kasaplık sadece hayvan kesmek, eti kemikten ayırmak değildir. İnsanların sofralarına helal lokma koymak, onlara güven vermek ve ahlakla çalışmak demektir,” diye tembihlerde bulunurdu. Babası ölünce Dumuzi, babasının mirası olan bu dükkânı devraldı. Genç adam sadece babasının işini sürdürmekle kalmayıp, mesleğini ahlaki değerlere dayandırarak bir adım ileri taşımayı hedefledi. Dumuzi, etin tazeliğine ve kalitesine çok önem verirdi. Şehirdeki diğer kasapların çoğu, ellerinde kalan etleri uzun süre bekletir, hatta bozulmuş eti satırla çekip, çeşitli bitkilerle kokusunu bastırır, satmaya çalışırdı. Ancak Dumuzi, asla bu yolu seçmedi. “Namus ve ahlak, kazandığın altından daha değerlidir,”

Zenginliğe Giriş Dersleri 3: Birikim Yapmanın Dayanılmaz Hafifliği

  İki hafta önce Antalya’da düzenlenen küçük çaplı bir bayi toplantısına davetliydim.   Yanılmıyorsam 6 Temmuz akşamıydı. Çıkışta buraları iyi bilen, genç müteşebbis dostum Murat ısrar etti: “Hocam Millilerimizin maçı kaçmaz. Mutlaka izleyelim.” “Olur” dedim. Kırmadım. Ne yalan söyleyeyim, ben de izlemeyi çok istiyordum, ama biraz yorgundum. Konyaaltı’nda sahil boyunca birkaç mekâna girmeyi denedik ama ne mümkün! Hınca hınç dolu her yer. “Hocam bir de millette para yok diyorsunuz, bakın halk hep dışarıda!” diye takıldı bana Murat. “İnşallah maç bitmeden bir yerlere otururuz” diye karşılık verdim ben de. Biraz bozuldu. Mekanların ve AVM’deki yiyecek-içecek, giyim bölümlerinin sürekli dolu olmasının nedenlerinden biri Türkiye’deki ortalama %5’lik “kaymak tabaka”dır.   İkincisi dışarıdan gelen gurbetçiler ve turistler, üçüncüsü de, herkese ekmek su gibi dağıtılan yüksek limitli kredi kartlarıdır. Kredi kartı faizlerinin yükselmesiyle kartlar arasında aktar-dönder yapanların bir s